"Ä°yi dans edememen kimsenin umurunda deÄŸil. Sadece kalk ve dans et."Â - Dave Barry
Biz insanlar gerçek anlamda çelişkili canlılarız.
Bir tarafta, zamanımızın büyük bir bölümünü başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü konusunda endişelenerek geçirirken, diğer tarafta içten içe kimsenin bizi umursamadığını düşünürüz.
SöylediÄŸimiz ÅŸeyler hakkında sonsuz düşüncelere dalmak, doÄŸru ÅŸeyi yapıp yapmadığımızı sorgulamak, birilerinin bizi sevip sevmediÄŸini merak etmek, baÅŸkalarının bizi önemseyip önemsemediÄŸi veya bizi kendilerinden daha aÅŸağı seviyede biri olarak görüp görmedikleri üstüne endiÅŸelenmek gibi konularda bitmek bilmeyen düşünceler…Â
Çoğumuz öyle ya da böyle güvensiziz çünkü başkaları tarafından reddedilmekten korkuyoruz.
Yeterince zeki, yakışıklı, karizmatik, varlıklı, komik veya iyi olmadığımızı düşünüyoruz. Ve başkalarının da bizi böyle gördüğünü, onların da kendimizi acımasızca yargıladığımız gibi bizi yargıladıklarını varsayıyoruz.
Ancak tüm bunlar hatalı bir varsayım üzerine inşa edilmiştir; başkalarının sizi önemsediği varsayımı.
Ama iÅŸte gerçek:Â
Kimse sizi umursamıyor… Ve bu çok iyi bir haber.
Bu, başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü konusunda endişelenmenize gerek olmadığı anlamına geliyor, çünkü onların akıllarında çok daha önemli bir şey var - kendileri.
Peki neden kimse umursamıyor? Çünkü hepimiz benciliz.
Gerçek şu ki, neredeyse hepimiz zamanın %99'unda kendimizle meşgulüz.
Bundan şüphe duyuyorsanız, kendi deneyimlerinize bakın.
İş arkadaşınızla yaptığınız son konuşmada onun ne kadar garip olduğunu düşünmekle, sizin o konuşmada ne kadar garip olduğunuzu düşünmeye
kıyasla ne kadar zaman harcıyorsunuz? İş arkadaşınız da muhtemelen kendisinin ne kadar garip olduğunu düşünüyordur.
Diğer herkes sizin öğle yemeğindeki garip davranışınızı umursamayacak kadar kendilerini düşünmekle meşgul.
Kusurlarınız sizden başka kimsenin umurunda değil. Aslında, kusurlarınızı gören tek kişi yine de sizsiniz. Tamam, kabul, belki o sinir bozucu iş arkadaşınız bir istisnadır.
Her neyse, kusurlu olduğunuza inanmaya devam etmek istiyorsanız, bunu yapmakta özgürsünüz, ancak en azından kendinize, diğer insanların kusurlu olduğunuz fikrine takıntılı olmadığını varsayma özgürlüğü verin.
Hepimiz doğamız gereği benciliz. Özverili davranışlar bile maske takmış bencilliklerdir.
Bunu görmek için sadece dürüstçe bakmanız yeterli.
Bir başkası için bir şey yaptığınızda, bunu size sağladığı olumlu duygu için yapmıyor musunuz?
Bu duruma baktığımızda pek de menfaatsiz bir şey gibi görünmüyor. Ama ne var biliyor musunuz? Bencillikte yanlış bir şey yok.
Birine yardım ettiğinizde kendinizi iyi hissediyorsanız ve karşıdaki kişi de kendini iyi hissediyorsa, bu bir kazan-kazan durumudur.
Başkalarını önemsemek ve onlar için iyilik yapmak istiyorsanız, bunu yapmaya devam edin, ancak iyilik yaparak ahlaki üstünlük taslama gibi kaygan bir yola girmemeye dikkat edin.
Başkalarını önemsemek size doğal geliyorsa, o zaman bunu yapın. Eğer gelmiyorsa, kendinizi zorlamanıza gerek yok. İnsanlardan ve ilişkilerden kaçamazsınız, bu yüzden bir noktada ya da bir şekilde birine yardım edeceksiniz.
Önemsemenizin Tek Nedeni
"Gençken pek çok açıdan uyuşturulduk. İnsanlara ihtiyaç duyacak şekilde yetiştirildik. Ne için? Kabul edilmek, onaylanmak, takdir edilmek, alkışlanmak için." - Anthony de Mello
Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ve sizi önemseyip önemsemediği konusunda endişelenmenizin tek bir nedeni var;
Onaylanma arzusu, yani reddedilme korkusu.Â
Onaylanmak müthiş bir uyuşturucu ve hepimiz ona bağımlıyız.
Bağımlıyız çünkü çocukluğumuzdan beri farkında olmadan bize bu sunuluyor. Anlayacağınız, onaylanmak için can atmaya programlanmışız.
Ebeveynlerimiz bizi övüyor, endorfinimiz yükseliyor, kafamız iyi oluyor… ve işte döngü böyle devam ediyor.
Her zaman daha fazlasını istiyoruz, bu yüzden daha fazlasını elde etmeye çalışıyoruz.
Bunu elde etmek için türlü çemberlerden atlamaya baÅŸlıyoruz. Ve çabalarımıza her zaman sadece elde edememe deÄŸil, tam tersi elde etme korkusu da eÅŸlik ediyor.Â
Gördüğünüz gibi bu, baÅŸkalarının ne düşündüğü konusunda endiÅŸelenmenin ve aynı zamanda kimsenin umursamamasından korkmanın bir temsili.Â
Umutsuzca ihtiyaç duyduÄŸumuz o onayı alamadığımızda, yoksunluk semptomları yaşıyoruz. Bu yoksunluk belirtileri özlem ve diÄŸer olumsuz duygular ÅŸeklinde ortaya çıkıyor. YoksunluÄŸa bir de iyi dozda reddedilme eklendiÄŸinde, zaten acı çeken organizmaya bir de dayak eklenmiÅŸ gibi oluyor.Â
"Eğer sorunu gerçekten anlayabilirsek, cevap da ondan çıkacaktır, çünkü cevap sorundan ayrı değildir." - Jiddu Krishnamurti
Tek bir çıkış yolu var ve bu çıkış yolu, uyuÅŸturucuyla olan baÄŸları koparmak.Â
Yoksunluk semptomlarının üstesinden gelmeli ve onayın sadece egoyu tatmin etmek ve duygusal acıyı arttırmaktan ibaret bir duygusal iniş çıkış olduğunu anlamalıyız.
Sizi önemsemeyen insanlardan onay almak yerine, bu konuda bir ÅŸey yapmaya çalışmadan onaylanma arzunuzu tarafsız bir ÅŸekilde gözlemleyin.Â
Bu yapılması gereken oldukça güçlü bir ÅŸey ve ayıklığa giden tek yol.Â
Düşüncelerinize dikkat edin ve düşüncelerinizin ne kadarının onay alma kaygısı etrafında döndüğünü kendiniz gözlemleyin.
Bunu gördüğünüzde büyük bir şok yaşayabilirsiniz.
Onay alma dürtüsüyle hareket etmenize gerek olmadığını bilin.
Her halükarda, başkaları onların onayına susadığınızı hissedebilir. Dolayısıyla, alacağınız her onay samimi bir onay olmayacaktır.
Kimsenin sizi umursamadığını varsayın, öyle olması gerektiği için değil, kendinizi bu onay bağımlılığından ve başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemsemekten kurtarmak için.
Bu bağımlılıktan kurtulduğunuzda, özgürlüğün tadına varacaksınız. Bu özgürlük daha önce deneyimlediğiniz hiçbir şeye benzemez.
Başkalarının ne düşündüğünü umursamamanın ve sadece beğenilmek için bir şeyler yapmamanın nasıl bir şey olduğunu hayal edin.
Bu özgünlükle sonuçlanacaktır çünkü artık hiçbir şeyi yalnızca başkalarını memnun etmek için yapmayacaksınız.
Artık hayatınızı başkalarının yarattığı bir kutuya koymayacaksınız. O zaman nihayet hayatınızı kendi koşullarınıza göre yaşamaya başlayacaksınız.